Son Dakika
Tarih boyunca kokuların insan üzerindeki etkileri incelenmiş ve çeşitli hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılmıştır. Evrimsel olarak bakıldığında koku, duyularımız içerisinde en ilkel ancak en önemli olanıdır. Ceninde koklama sistemine ait hücreler beyin hücrelerinden daha önce gelişirler ve koku alma sinirleri vücutta yenilenen tek sinir hücreleridir.
İlkel çağlarda hayatta kalabilmemiz için duyu organlarımızı maksimum seviyede kullanmamız gerekiyordu. O dönemlerde tehlikeleri farketmede çok önemli olan koku günümüzde önemini yitirmesine rağmen beyin ve psikolojik yaşantımızdaki etkileri hala sürüyor. Koku alma duyumuz ile ruhsal dünyamız arasında ciddi bağlantı vardır. Koklama; beyinle dış dünya arasındaki en doğrudan bağlantıdır. İçgüdülerimiz, ruh halimiz, hafızamız, duygularımız ile hormanal sistemimiz arasında yakından ilişkilidir.
Kimi kokular hoşumuza giderken, kimisi bazı duygularımızı harekete geçirirler, bazı kokular ise anılarımızın canlanmasını sağlarlar. Hatta kusmaya, ağrılara neden olan kokular da vardır.
Kokuların insan psikolojisine olan etkileri bilinmesine rağmen bu gün önümüzde ciddi bir engel var: Her koku her insana aynı etkiyi yaratmıyor. Yani bazı insanları cinsel olarak uyaran kokular diğer bazı insanlarda aynı etkiyi yaratmıyor. O zaman her birey kendisi için en uygun olan kokuyu bulmak için denemeler yapmalı.
Her insanın belleğinde kalıcı bir yer edinen ve unutulmayan birçok hoş koku bulunmaktadır. Hatta bu kokulardan bazılarını bir anlığına düşünmek bile, insanların o kokuyla bağlantılı anılarını tazelemeye yardımcı olur. Koku algısı, insanda hoş duygular uyandırmasının yanı sıra, bazen uyarıcı olarak da görev yapar. Örneğin; yangın habercisi olan duman kokusunun algılanması gibi. Koku algılamada bir diğer nokta ise “koku hafızası” denilen bir kavramdır. Algılanan her türlü koku, özel bir kodlamayla beynimizdeki koku belleğinde arşivlenmektedir. İyi bilinen bir gerçek ise kokuya ait bilgilerin görsel ve işitsel hafızaya göre daha kalıcı olmasıdır. Bu nedenle, tek bir kokunun algılanmasının sonucunda da, zihnimizde birçok görüntünün canlanabilmektedir.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ayten Altıntaş yapılan bir röportajda, kokunun, Türk Tıp tarihinde psikolojik tedavide uygulandığını söyledi. Osmanlı tıp tarihinin yüzde 60′ının sağlıklı hayat hakkında olduğunu hatırlatan Altıntaş, o dönemde insanların öncelikle hastalıktan korunmayı hedeflediklerini, hasta olmaları halinde şifa aramayı ilke edindiklerini ifade etti.
Türk tıp tarihinde İbn-i Sina ve Biruni gibi âlimler, gül’ü akıl hastalarının tedavisinde kullanmışlar ve hafızayı açtığını, belleği güçlendirdiğini görmüşlerdir. Altıntaş göre, bir Alman araştırma grubu, denekleri gül kokulu bir odada uyuttuktan sonra gözlemlemişler; zeka ve algılama seviyelerinin arttığını görmüşlerdir. Bir başka araştırma grubu da gülle beslenen farelerin hafızalarının güçlendiğini ispatlamıştır.
Mevlana’nın “Koku, gönül gözünü açar” önerisini zamanın hekimleri önemsemişler ve insanları üzerindeki etkilerini gözlemlemişlerdir.
Aslında Mısır Kraliçesi Cleopatra’nın, güzel bir kadın olmamasına rağmen Mısır rahiplerinin hazırladığı kokuların güzelliği ile nam salmasında katkısı olduğunu biliyoruz. Mısır rahipleri gül’den yaptıkları esanslarla büyük bir etki yaratıyorlardı.
Babil ve Çin kraliçeleri de çekici bulunmak için gül ve zambak kullanmışlardır.
Aşk hayatımıza kimin gireceğine biz değil burnumuz karar veriyor. Sadece parfümler değil; ter, protein maddeleri ve feromonlardan oluşan vücudumuzunda çekiciliği üzerindedir. Kadınların 2/3’ü eşlerinin tişörtlerine sarılmayı seviyor. Ayrıca kadın kokusu erkeklerde cinsel isteği isteği artırabiliyor. Yumurtlama döneminde kadın kokusu değişiyor ve daha çekici geliyor. Ama unutulmaması gereken bir nokta var; kadının ten kokusu doğum, doğum kontrol hapı kullanıldığında değişiyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
16 Ocak 2018 Köşe Yazıları
12 Aralık 2017 Köşe Yazıları
09 Temmuz 2015 Köşe Yazıları
25 Mart 2015 Köşe Yazıları